Palyatif Toplum ve Müzik
Byung-Chul Han'ın günümüzdeki insanların acıyla ilşkisini incelediği Palyatif Toplum-Günümüzde Acı kitabından yola çıkarak bugünkü insanların sanat ile olan ilişkisini ele aldım. Hadi hayırlısı...
MÜZIK KÜLTÜR
12/5/20257 min read


(Başlamadan Kayıtsız-Pelerin şarkısını dinlemeniz önerilir!!!)
Acı çekmekten korkuyoruz.
Son derece haklı bir korku ama acı çekmeden değişim ve gelişim çok mümkün değil.
Tarkan gibi “değiştim ve geliştim” demek için çok zorluk yaşamak lazım.
Şaka bir yana, bu acıdan korkmak ve acı çekmemek için başka yollar aramak ciddi bir sorun. O acıyı çekmemenin yolunu bulmak ise asıl sorun.
Bu sorun sadece kişisel değil, toplumsal da bir mesele.
Bunu ben demiyorum; yazar/sosyolog Byung-Chul Han diyor.
Palyatif Toplum – Günümüzde Acı kitabında algofobiden bahsediyor.
Acıdan kaçma durumuna algofobi deniyor. “Algofobi sürekli anesteziye yol açtı. Acı yaratacak her durumdan kaçılıyor. Aşk acılarına bile şüpheyle bakılıyor.”
Algofobi topluma da yansıyor. Siyaset bundan besleniyor.
Acı verecek tartışmalar ve reformlar yapılamaz hale geliyor. Sorunları açık açık konuşmak yerine tartışmamayı ve üstünü örtmeyi tercih ediyoruz.
Bu durumu şöyle düşünebilirsiniz: Kolunuzda bir ağrı var ama doktora gitmek yerine ağrı kesici alıp sürekli ağrıyı dindiriyorsunuz.
Oysa o ağrının sebebi hâlâ orada; sadece siz kısa süreliğine hissetmiyorsunuz.
Sürekli kendinize anestezi veriyorsunuz ve bir gün bu ertelemeler yüzünden kolunuzun kesilmesi gerektiğini, belki de yakında öleceğinizi öğreniyorsunuz.
Bu durumu kişisel alandan çıkarıp toplumsal alana taşıyın; pek çok örneğini görürüz.
“İçinde yaşadığımız toplum her türlü olumsuzluktan kurtulmaya çalışan bir toplumdur.”
Ama bu kurtulma, sorunun üstüne giderek değil; sorunun üstünü örterek ya da unutarak gerçekleşir.
Bu duruma Byung-Chul Han palyatif toplum diyor. Acı bu toplumda kötüdür, çekilmemesi gerekir düşüncesi vardır.
Oysa insan acı çekmelidir. O acının üstüne gidip çözmek, insanı daha iyi bir hale sokar. Toplum için de aynı şekilde.
Ama Neoliberalizmi benimsemiş siyaset, sorunları çözmek yerine sürekli erteler, üstünü kapatır. Bu durumda sonunda büyük krizlere sebep olur. O sorun bir gün illaki patlak verecektir.
Her alanda acıdan kaçanların yaşadığı bir toplumdayız. Kendimizi sürekli "acı çekmiyorum ki" diye kandırırız. Acı çekmek bu toplumda düşük bir konumda olmak demektir.
“Palyatif toplum aynı zamanda beğendim toplumudur. Her şey beğeni kazandıracak hale dönüştürülür."Like" almak günümüzde ağrı kesici almak gibidir.”
Bu durum sadece sosyal medyada değil; gerçek hayatta da geçerlidir. Bizzat hayat “Instagramlanabilir” olmak zorundadır.
Hayatta her şey kusursuz görünmeli; acı ve göze batan hiçbir şey olmamalıdır. Günümüzdeki algıya göre; acı çekiyorsanız doğru yaşamıyorsunuzdur.
Byung-Chul Han toplumun acıdan korkmasının ve sürekli uyuşmak istemesinin temelinde ise neoliberal politikalar olduğunu söyler. Çünkü neoliberalizm bu acılara geçici çözümler sunar.
“Neoliberal performans toplumunda emir, yasak ya da cezalandırma gibi olumsuzluklar, yerlerini motivasyon, kendini optimize etme ve kendini gerçekleştirme gibi olumluluklara bırakır.”
“İktidarın yeni formülü ‘mutlu ol’dur. Mutluluğun olumluluğu acının olumsuzluğunu yerinden eder.”
Yani sınırlar görünür değildir ama vardır. Herkes kendini özgür sanar ama değildir.
Elinizi uzatsanız başarıya/mutluluğa ulaşabilirsiniz. Uzanamazsanız da boyunuzun kısa olduğu söylenir; suç sizdedir.
Bu da palyatif toplumun başka bir özelliğini gösterir: Suç her zaman sizdedir. Hatayı kendinizde aramalısınızdır.
“Neoliberal mutluluk dispozitifi bizi ruhsal iç gözleme zorlayarak mevcut iktidar ilişkileriyle ilgilenmekten alıkoyar.” Kısacası hedef şaşırtır.
Palyatif toplum kendisiyle o kadar meşgul olur ki siyasi ve toplumsal sorunlarla ilgilenmez.
Neoliberalizm beynimize öyle bir düşünce yapısı oturtmuştur ki, hayatımızdaki tüm sorunların sebebi bizmişiz gibi düşündürür.
Örneğin son günlerde su kıtlığı yaşanıyor değil mi? Ana akım medya ne yapıyor peki? “Dişinizi fırçalarken suyu kapatın” diyor. Şirketlerin kuruttuğu göllerden bahsetmiyor. Bu örnek çoğaltılabilir…
“Palyatif toplum, ilaçlar ya da medya yoluyla oluşan duyarsızlık sayesinde eleştiriye bağışıklık kazanır” diyor Byung-Chul Han.
Sürekli anestezi alan biri nasıl olur? Afallamış, düzgün düşünemez ve uyuşuktur. İşte şu an yaşadığımız topluma da böyle denilebilir.
“Kendi ruhumuzun tedavisiyle uğraşırken, sosyal çarpıklıklara yol açan toplumsal ilişkiler gözden kaçar.”
Bu toplumda insanlar giderek bireyselleşir ve narsist bir hale gelir. Bu da kitapta bahsettiği başka bir konuyu açar: Hayatta kalma meselesi.
Herkes iyi, acısız bir hayatı hak ettiğini düşünür. Neoliberalizm de teoride herkese iyi ve acısız bir hayat vaat eder zaten, ama öyle değildir.
Palyatif toplumda insanlar yaşamaz; hayatta kalmaya çalışır. Aslında çoğunluk acı ve depresyon içindedir. Bu acıdan depresyondan kurtulmak için “Hayata bir kere geldik eğlenelim” diye düşünen çoktur.
İnsan bu acıyı ve depresyonu unutmak ya da hayatına devam etmek için kendini sürekli “şarj” etmelidir.
Psikoloji, antidepresan ve kişisel gelişim kitaplarına duyulan ihtiyacın temelinde de neoliberalizm vardır. İnsan, kendinde sorun olduğunu sanarak ilaçlara, psikoloğa ve "kendinizin en iyi halini size vaat eden" kitaplara yönelir.
Bu şarj olma ya da uyuşma durumu; konserlerle, futbolla, dizilerle, sosyal medyayla da gerçekleşir.
İnsana sürekli siyaseti hatırlatmayacak şeyler pompalanır ve sonuç olarak “kafa dağıtırsınız.”
Aslında bütün bunları tüketirken anestezi altındasınızdır, ağrı kesiciden farksızdır.
Müzik ve Paliyatiflik
Peki bu uzun girişten sonra yazıyı yazma sebebime gelelim: Bu durumu sanat dünyasıyla nasıl bağlayabiliriz?
Yukarıda bahsedilen durumda neoliberalizm, acıyı apolitik bir yere konumlandırır.
Acı sadece tıpta varmış gibi bir söylem üretir. Sizi psikoloğa vs. yönlendirir. Siyaseti hiç aklına getirtmez.
Neoliberalizm aslında her şeye böyle der: “... ile siyaseti karıştırmayın!!!”
Bu yüzden günümüzde hala "Kadın cinayetleri politiktir!" "Çocuk işçi ölümleri politiktir" demek zorunda kalıyoruz. Sistem kendini öyle bir koruma altına alıyor ki duyarlı insanlar her şeyin politik olduğunu hatırlatma ihtiyacı duyuyor.
Müzik için de "Sanatla siyaset karışmaz derler"; insanları apolitik bir alana iterler. Bu iteleme medya ve eğitimle pekiştirilir, beyinlere işlenir.
Acı verici bu düzene karşı içi boş şarkılar ağrı kesici olarak kullanılır. Siyasete burada yer yoktur.
Spot*fy'ın korkunç verilerine bakınca insanlar son zamanlarda neden bu tarz müzikleri dinliyor? Konserde doğru düzgün şarkı söylemeyen Lvblc5’in konserine neden gidiyor? diye düşünmüşsünüzdür.
Bence hepsinin cevabı palyatif toplum olmakta yatıyor. Genele bakarsanız bu şarkılar toplum için çok iyi birer anestezi. Toplumsal meseleler yok, siyaset yok.
Anlamsız bir doluluk var. Elle tutulur bir şey var ama dokunmaya çalışsanız eliniz içinden geçer.
Neoliberalizmin tam aradığı müzik bu işte. Bu yüzden şirketler de bu tarz müziklere daha çok yatırım yapıyor.
Bu durum bu aralar rap’te yoğun olsa da pop ve rock’ta da sayamayacağım kadar çok örneği var.
İleride başka türlerde de olur büyük ihtimalle.
Kullanılan enstrüman ve tarz değişse de sistem içi boş olanı ve anestezi etkisi yüksek olanı ünlü eder.
İnsanların geneli de uyutulmaya dünden razıdır. Kolay müzik her zaman tutar. “Müzik arka planda çalar, asla ana konu olmaz” düşüncesi genelin zihnine oturmuştur.
Bir şey anlatmasına gerek yoktur. Dinlerken kulağa hoş gelsin, o anlık mutlu etsin yeter diye düşünülür.
Bugün Eurovision’da İsrail’e destek olan ülkeler “Eurovision müzik yarışmasıdır, burada siyaset yapılmaz” söylemine sarılmıştır. Bu söylemi kullananlara bakınca aslında her şey ortaya çıkıyor.
Bizim ülkemizde sanatı boykot edememe de palyatif toplum olmakla ilişkilendirilebilir bence.
İnsana, doğaya, hayvana düşman şirketler güzel/ünlü grupları getiriyor ve herkes bir anda o konsere koşa koşa gitmek için yarışıyor.
Narsistlik temelli “Hayata bir kere geldik eğlenelim” düşüncesi burada devreye giriyor ve o konser boykot edilmesi gereken şirketlerin altında gerçekleşse bile gidiliyor.
Kısa süreli kişisel zevk ve mutluluk bir anda uzun süredir var olan toplumsal sorunların önüne geçiyor.
Kent suçu işlenmiş yerlerde konserler düzenleniyor ama sanatçılar dahil çoğu kişi umursamıyor.
İnsanlar o konserlere gidiyor çünkü; o konsere gitmek insana kısa süreliğine iyi gelecek.
Peki sonra? Yine cehennem. Sonsuz bir döngü…
Kendini sol ve demokrat olarak konumlandıran isimler/markalar da bu duruma destek oluyor.
Oysa bu duruma destek olmak, insanları anestezi almaya itmek gibi bir şey.
Herkes ağrı kesici alıyor. Acı çekmek istemiyor.
Konseri kaçırdığı için acı çekmek istemiyor. O ismi canlı duymak hayatımızda sadece 1–2 saatin güzel geçmesini sağlayacak ama geri kalan zamanda ne olacak?
Bu sistemi değiştirecek acı verici sürece kimse adım atmaya cesaret edemiyor. Olduğu gibi yaşıyor.
Palyatif toplum sanatta böyle kendini gösteriyor.
Müzik sektörü neden böyle?
Neden kent suçu olan yerleri açık açık konuşmuyoruz?
Neden alternatif üretmiyoruz?
Neden bu durumu düzeltmek için düşünmüyor, harekete geçmiyoruz?
Hatta tam aksine orayı destekliyoruz.
Müziğe, müzisyene düşman; savaşa dost olan Spot*fy’ı kullanmaya neden devam ediyoruz?
Sadece yeni bir ara yüze geçmenin ya da playlistleri baştan oluşturmanın acısına katlanamıyoruz.
"Wrapped" paylaşıp egomuzu tatmin etmek her şeyin önüne geçiyor.
Uzun lafın kısası: Değişim acıyla gelir ama büyük çoğunluk o acıyla yüzleşmek istemiyor.
Ağrı kesici alıp kendi yoluna bakıyor.
Kısa süreli bireysel mutluluk uğruna toplumsal konular ve sorunlar halı altına süpürülüyor.